GÜNDEMHaber Girişi : 07 Ağustos 2015 09:14

Öyle bir bozulma ki bir Hz. Ebu Bekir lazım

Öyle bir bozulma ki bir Hz. Ebu Bekir lazım
Öyle bir bozulma ki bir Hz. Ebu Bekir lazım
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra yerden ot biter gibi yalancı peygamberler türedi. Dinden çıkış hareketleri çoğaldı. Hz. Ebu Bekir hilafetinin ilk yıllarında bu belayla uğraştı.
Bu yalancı peygamberlerin bir kısmı:
-Esvedü'l ansi (Yemende ayaklandı.
Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken öldürüldü.) -Tuleyha (Esedoğullarından. Sonra tövbe edip Müslüman olarak şehit oldu.) -Museylimetu'l-Kezzab (En güçlü orduyu toplayan yalancı peygamberdi. Savaşta Hz.
Vahşi tarafından öldürüldü) -Secah (Yalancı kadın peygamber, sonradan tövbe etti.) -Abhele (Günümüzdeki dinsiz hokkabazlara benzeyen bir şarlatan) -Muhtar es-Sakafi (Kafası karışık bir adam. Sonra peygamberliğini iddia etti.
-Haris el Kezzab (Yalancı peygamber. Mervan zamanında öldürüldü.) Aslında Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda uyarılarda bulunmuştur. "Ümmetimden 27 tane yalancı Deccal çıkacak. Onlardan 4'ü kadındır. Ben ise peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber yoktur. Başka bir hadisinde de şöyle uyarmıştı: Otuza yakın yalancı peygamber (Deccal) çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunların hepsi peygamber olduklarını iddia ederler. (Müslim, İmaret, 170: Ebu Davud, Fiten, (4252. Hd) Tirmizi, Fiten (2203,2220,2230) 
***

Bilindiği gibi Hz. Ebu Bekir hem yalancı peygamberlere ve hem de dinden çıkmış insanlara karşı meşhur 'riddet' savaşlarına girişti.
Zorlu bir süreç Hz. Ebu Bekir'in toleranssız çıkışıyla sonuç aldı. Hatta; İslamın her hükmünü uygularız ama 'zekat vermeyiz' diyenlere karşı sahabenin itirazına rağmen savaş açmıştı. Hz. Ebu Bekir, dinin emirlerinin faziletini tartışmam diyordu. Hz.
Peygamber (s.a.v.) döneminde devlete ödedikleri bir devenin yularını ödemezlerse onlarla savaşır- görüşündeydi. Gevşekliğe müsaade etmezdi. Bu hususta Hz.Ömer'den de daha sert davranmıştır.
Sonraki döneme: Hz. Ömer toz-dumanı sıyrılmış bir idare bıraktı.
Sonraki dönemlerde İslam beldelerinde; başıboşluk, bozukluk, kaos, dağılma, nefsaniyete uymak, dini kutsallarla alay, sahte mehdicilik,deccaliyetin çoğalması gibi şer ve bela çoğaldığında şöyle bir tanım konuşulur oldu: "Ümmet öyle bir irtidat ve gevşeklik yaşıyor ki tam bir Hz. Ebu Bekir lazım." Aslında anlatılmak istenen Hz.Ebu Bekir'in hayata irca edip-dirilip- kurtarıcı olarak gelmesi değildir elbette.
Anlatılmak istenen Hz. Ebu Bekir hassasiyeti ve duruşudur. Onun çözümüdür.Haasasiyetidir.
Peki Hz. Ebu Bekir (r.a.) ne yaptı. Bugün İslam beldelerinde yüzlerce grup var. Çatışmalar var.
Topraklar paylaşılıyor. Batı'da haritalar çiziliyor; Orta doğuda icraate konuluyor. Böyle bir hal, bir savrulma, dağılma, ademi merkeziyet ve Efendimiz (s.a.v.)'in deyimiyle 'herc' hali var. Ölüm ve cinayetler kol geziyor. Neden Hz. Ebu Bekir gibi adam dendi Soruyu yineleyelim. Hz. Ebu Bekir ne yaptı: Bakın neler yaptı:
- İslam beldesini imar etti.
- Mürtedlerle savaştı.
- Müslümanları birleştirdi.
-Kur'an-ı Kerim ayetlerini bir araya getirip İslam ümmetini Kuran'a çevirdi. Kuran'ı sadece hafızların değil herkesin okuyacağı bir konumda sundu.
- Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetini bir gram taviz vermeden uyguladı. İşlevlendirdi.
-Önemli insanları (Hz. Ömer, Hz. Ali gibi) yanına danışman olarak aldı.
-Her konuyu istişareye açtı.
-Gerekli yerde, gerekli zamanda, doğru ve gerekli adam imajını yerleştirdi.
-Ümmeti derledi, toparladı.
-Hz. Bilal gibi gönül insanlarını yanından ayırmadı.
Hatta Hz. Bilal'; Allah adına bana müsaade et; Resulullah (s.a.v.)'ın toprak altında olduğu Medine'de kalamam dese de yanından ayırmamak için direndi.
- İslam alemini bir ev gibi düşündü. Kendisini bu evin babası saydı ve evi derleyip toparladı. Küskünlüklere müsaade etmedi. Şefkatli davrandı.
- İçe karşı çok yumuşak ve toleranslı ama dışarıya karşı toleranssız oldu.
- Ve belki de en önemli atamalardan birini yaptı ve kendisinden sonra Hz. Ömer gibi bir adamı halife bıraktı. 
***

Müslüman gençlere bakıyoruz. İslam coğrafyasına.
Yazılan çizilenlere. Yitirilmiş değerlere.
Kaybedilen kalelere. Paylaşılan bir ümmete. Ehli Sünnet dışındaki her akıma kapı aralanmıştır.Yüce Kuran'a ve Hz.Peygamberin sünnetine karşı müthiş bir ihanet sergileniyor. Hiçbir gayrimüslimin yapamayacağı kadar tahrip var. Daha mezheplerin kurulmadığı bir dönemde çıkmış hariciliğin faturası aptalca ve sinsice büyük mezhep alimlerine kesiliyor. Hainliğin, pervasızlığın onuru yok ki buna davet edelim.
Her bir tv kanalında hadisler reddediliyor, İslam adına başka bir dinin temelleri atılıyor.
Ümmetin asırlardır koruduğu İslamın dışında başka bir İslam sunuluyor. Ve bunlar yerden ot biter gibi bitiyor. İlahiyat fakültelerinde sünnet dersinde ne anlatılıyor? Hadislere yeterindce itibar ediliyor mu? Hz. Resulullah (sav) sıradan bir insan olarak mı tanıtılıyor? Yoksa Kuran'ı Kerim'in tarihselliğini iddia eden müsteşrik tipliler hala etkinler mi? Ehli sünnet ile alay mı ediliyor? Nereden çıktı bu sakim, sakil ve dall ile mudil insanlar?
Nereden çıktı ve nasıl çıktılar?
Bu Hz.Peygamber ve sünnet düşmanı bu kişilere sormak lazım; İslam mezhepleri 13 (on üç ) asırdır bu topraklarda kan ve nefret üretmedi de bugün mı üretmeye başladı. Bunu anlamayacak kadar düşünme fukarası mısınız, yoksa hakikaten de basiretiniz mi bağlandı. Bu kadar mı yabancılaştınız inancınıza, dünyanıza, imanınıza? Bugün İslam aleminde icraata konulan tezgahı görmüyor musunuz?İslam adına kin, kan ve nefret pazarlayanlara karşı durmanın yegane yolunun Hz. Muhammed'in (sav) sunduğu, islama dönmek olduğunu hala anlamadınız mı? Bunu anlatacağınıza hala; hadis düşmanlığı, mezhep düşmanlığı, tasavvuf düşmanlığı, sahabe düşmanlığı, şefaat düşmanlığı, İmam Buhari düşmanlığı, İmam Ebu Hanife düşmanlığı yapıyorsunuz! Kab Hadisi: Kus'a (Kab) hadisinde geçen manzara geliyor aklıma. Bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) sahabeye soruyor:
Ne olacak sizin haliniz. Gün gelecek ve siz bir kab içindeki yemek gibi olacaksınız. Diğer milletler sizi yemek için üstünüze üşüşecekler. Tıpkı bir kabın içindeki yemeği bitirmek için sofraya üşüştükleri gibi.
Sahabe sordu: Ey Allah'ın elçisi! O gün, sayımız az olduğu için mi diğer milletlerin oyuncağı haline geleceğiz.
Hayır dedi Efendimiz: Tam aksine o gün sayınız çok olacak ama sizi vehn - korku- kuşatacak. Ve bu hale geleceksiniz.
Sahabe sordu: Vehn nedir ey Allah'ın elçisi: Cevap buyurdu; "Ölüm korkusu ve dünyaya aşırı tutku" (Ahmed bin Hanbel,11,259:278; Ebu Davud, İbn Mace, Tıbb,5) Şimdi olan bu değil mi? Ne dersiniz?
Birlikten ve yeniden Kuran'a ve Hz. Resule dönmekten başka yol var mı? Siyasi hamleler kadar, kalıcı dini hamleler lazım. Ümmetin bir kısmı küfür ve tekfir irtidadından, yeniden dine dönmeli. Son bir soru: Diyeceksiniz ki neden İslam alemi? Neden bütün kan, kin ve nefret bu coğrafyada.
Çünkü midesinden, nefsinden, egolarından sıyrılabilip de -insan- olduğunu hatırlayabilen başka hangi ümmet var. Mazlumun, haklının, vicdanlının, ezilmişin yanında hangi millet var! Allah'ın muradı bu ümmette, ise şeytanın ve uşaklarının da hedefi bu ümmet olacaktır.

Yan dairenizde insan yaşıyor mu?
Dünyada komşu, mezarda komşu, cennette komşu. Yan dairede oturan komşunuzu tanıyor musunuz?
Onunla hiç ilgilendiniz mi? Özellikle de büyük şehirlerde. Aslında bırakın komşuyu belki en yakın akrabamızı bile az hatırlar olduk. İçimize kapandık.
İnsanları önemsemez olduk. Son derece benciliz. Kendimizden başkasını düşünmez olduk.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; "Cebrail bir gün bana komşu haklarını öylesine anlattı ki ben komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim."
Aslında dikkat ederseniz komşunu size herhangi bir ambulanstan, polis imdat merkezinden daha yakın. Ama onu yardımınıza çağıracak, sıkıntınızı giderecek yüzünüz varsa tabii.
Yani; onu muhtaç olmadığınız zamanda da arayıp kolluyorsanız.
Muhtaç olduğunuzda o da sizi kollayacaktır.
Bazen komşunuza küçük bir hediye sunsanız. Kapısını çalıp, komşu var mı yapabileceğim bir şey deseniz.
Komşunuzun derdi varsa dertlenmelisiniz.
İhtiyacı varsa karşılamalısınız.
Hastası varsa ziyaret etmelisiniz.
Sevinci varsa paylaşmalısınız.
Borcu - harcı varsa yapabilecek bir şey varsa koşmalısınız.
Harama batmışsa kurtarmak için el atmalısınız.
Ve en önemlisi ona güven vermelisiniz.
Size itimat etmeli. Hz.
Peygamber (s.a.v.) buyuruyor; "Allah'a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikram etsin. Allah ve ahiret gününe iman eden ya hayır (iyi söz) söylesin ya da sussun." Sonra şöyle buyurdu: "Vallahi iman etmiş olamaz.
Vallahi iman etmiş olamaz. Vallahi iman etmiş olamaz." Hz. Peygamber (s.a.v.)'i dinleyen arkadaşları sordular!
Kim iman etmiş olamaz ey Allah'ın elçisi.
O cevap buyurdu, "Komşusu şerrinden emin olmayan (yani komşusuna güven vermeyen) kişi iman etmiş olamaz."
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.